Tuesday, May 01, 2012

Ahmed  SHAHEED’in raporunda neden Türk-Kızılbaşların (Alevilerin) sorunlarına yer verilmemiştir?

 Yazan: (Güney Azerbaycan ve İran Türkleri Kızıbaş Ocağı- AQO)

Geçtiğimiz günlerde aylardır merak ettiğimiz, Birleşmiş Milletler Teşkilatının (BMT) özel Raporcusu, Ahmed  SHAHEED’ in, "İran insan hakları" durumu ile ilgili verdiği ilk değerlendirme raporu, birçok haber kaynaklarında yayınladı. Rapor, aşağıdaki altı bölümden oluşmaktadır. Her bölümde Ahmed  SHAHEED (Maldivler’in önce ki dışişlerşi bakanı) "İran insan hakları" ile ilgili kendi düşünce ve görüşlerini notlar halinde aktarmıştır:                
  • İran rejiminin Sivil ve medeni toplum aktivsitleri ile davranış biçimi (Siyasi aktivistler, gazeteciler, öğrenci aktivistler, sanatçılar, avukatlar ve çevre aktivistleri ile ilgili konuları ele almıştır),
  • Toplum özgürlüğü,
  • Kadın hakları,
  • Etnik ve dini azınlıklar,
  • İdam cezaları,
  • Yurtdışı organlarla bağlantılı mahpuslar 
Gördüğünüz gibi Ahmed  SHAHEED bu raporda, etnik ve dinsel azınlıklar konusundan ilave Urmu Gölü’nün korunması ile ilgili yapılan itirazlarda en azından 60 kişinin tutuklanmasından ve ... açıklamalarda bulunmuştur ki kendisine şükranlarımızı sunmak isteriz.
Raporda özellikle Bahailik ve Bahâiler’le ile ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Ayrıca dinlerini değişip Hıristiyan olanların sorunlarından, Nimetullahi dervişlerinin tutuklanıp hapse atılmalarından ve Sünnilerin sorunlarından örnekler verilmiştir. Bu raporda rejime karşı Şii mollalardan da bahsedilmiştir ki bu görüşlerin hepsi çok yerinde ve ne yazık ki İran İslam cumhuriyetinde sık sık rastlanılan olaylar ve haberlerdir. Ancak söz konusu gruplar ve zulme maruz kalan kesimler içinde nedense Türk-Kızılbaşlardan bahsedilmemiştir?!
İran’da Türk-Kızılbaşlar gerçekten bu kadar sorunsuz bir kesim mi acaba? Tabi ki değil! Ya var olan sorunlar Ahmed  SHAHEED’e aktarılmamıştır veya Türk-Kızılbaşların hoşgörülüğünden olsa gerek ismi bile zikredilmeye gerek duyulmamıştır.  
İran uyruğuna mensup olan her topluluğun kendi yapısından kaynaklanan özel ve genel sorunları vardır. Bu makalede genel olarak Türk-Kızılbaşların sorunlarından özellikle sosyal yapıda vatandaşlık sorunları ile ilgili düşünceler paylaşılacaktır.
Bugün İran’daki dini azınlıkların nüfus sayıları ile ilgili kesin rakamlar açıklanmamıştır. Hâkim rejim, rasist Pehlevi Rejimi’nin ayrımcılık siyasetlerinin devamcısı gibi, uygulanan tek dilli, tek dinli, tek ırklı, tek ideolojili ve tek mezhepli homojen bir millet yaratma çabası içindedir. Amaç toplumda var olan farklılıkları ortadan kaldırmak ve her türlü dini, etnik, kültürel ve mezhep farklılığı bastırmak ve ötekileştirmektir. Rejim, Farsçı (Fars rasizmi) ve Şiici eksenli politikalarından dolayı hiçbir resmi kaynaklarında, vatandaşlık hukuku altında yaşamakta olan Türk, Beluç, Arap gibi etniklerin nüfus sayıları konusunda kesin rakamlar vermemektedir. Tüm istatistiklerde, nüfus cüzdanlarında ve milli kimliklerde etnik ve dinsel bilgiler ile ilgili bilgi verilmemektedir. Homojen bir millet yaratma projesi adına her kesi Şii ve Fars kimliği kümesinde eritmeye çalışılarak mağdur duruma düşürülmektedir. Sadece Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüştiler İran yasalarına göre önemli azınlıklar sayılmaktadır ve kendilerine özgü okulları, dini kitapları ve mecliste temsilcileri bulunmaktadır. Bu azınlıklar böyle temel haklara sahip oldukları halde, İran Türkleri kendi Ana dillerinde yazıp okumaktan bile yoksundurlar. Nüfus açısından çoğunluğa sahip olan bu insanlar demokratik yollardan ve evrensel insan hakları çerçevesinde kendi doğal hakları için mücadele vermekte ve başta BMT insan hakları komisyonları olmak üzere, tüm insan haklarını savunan örgüt ve organlarından kendi mücadeleleri için gerekli destek vermelerini talep etmektedirler.[1]
Aslında Türk-Kızılbaşlar çoğunlukla, Pehlevi dönemin yetmişli[2] yıllarına kadar siyasal ve sosyo-ekonomik nedenlerle kapalı ve kırsal alanda yaşamlarını sürdürmekteydiler. Ancak köyden kente göç eden Kızılbaşlar, özellikle İslam devriminden sonra Kızılbaşlık simgesi olan bıyıklar ve dini farklıklardan dolayı ve ayrıca yaşadıkları ekonomik, kültürel ve sosyal şoklar nedeni ile takiye[3] canavarına sığınmak zorunda kaldılar. Hem devletin yanlış politikaları ve hem bu esneklikten cesaretlenen eğitimsiz kesim tarafından aşağılanan genellikle genç Kızılbaşlar varlıklarını değişik şekillerde tezahür ettirmeye çalıştılar. Çeşitli iftiralara maruz kalan Türk-Kızılbaşlar, üniversite ve devlet işleri gibi imkânlardan mahrum kaldılar. Tabi ki bu mahrumiyet, hem ekonomik hem siyasal kayıplarını beraberinde getiriyordu. Türk-Kızılbaşlar son yüz yılda önemli bir nüfus oranına sahip olmalarına karşın karar alıcı mekanizmalarda yer alamadılar. Bu marjinalite özellikle de son yüz yılda kendisini iyiden iyiye göstermektedir. Son yüz yılda Türk-Kızılbaşlara şüphe ile bakıldı ve Şiiliğin bir sapkın kolu veya abartılmış bir biçimi (Gulat-ı Şia) olarak gösterilmeye ve inandırılmaya çalışıldı.
Türk-Kızılbaş inancına göre tüm insanlar hür, haysiyet ve haklar açısından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve bir birine karşı kardeşlik düşüncesi ile hareket etmelidirler. Jack DANNEY[4] bu konuda demiş ki: “Teoride ve uygulamada evrensel insan hakları, hayat için değil, sadece onurlu bir hayat içindir.” İran İslam Cumhuriyeti’nin ana yasasına göre, her kes kanun karşısında eşittir! (Madde 19) ancak yıllardır bu madde Fars ve Şii olmayan milletler/etnikler için özellikle Türk-Kızılbaşlar için sadece kâğıt üzerinde kalmıştır ve Kızılbaşlar sorunları İran’daki diğer resmi ve gayri resmi topluluklar gibi, dünyanın hukuki organlarında yansıtılmamıştır ve dünyanın çeşitli yerlerinde ve değişik organlarında temsilcileri bulunmamaktadır.
Teessüflerle Türk-Kızılbaşların siyasi, sosyal ve kültürel durumları diğer dinsel azınlıklara göre daha kötü durumdadır. Bugün Bahâi topluluğunun 18 ülkede şubeleri bulunmaktadır. Bu nedenden dolayı oluşan her hangi bir sorunu BMT, insan hakları komiserliği, “Avrupa İnsan Hakları” ve diğer örgüt ve teşkilatlara hızlıca ulaştıra biliyorlar. Oysaki Kızılbaşların, dünya genelinde ve İran’da kendi problemlerini yansıtacak ve kamuoyuna ulaştıra bilecek dernek ve örgütleri mevcut değildir. Türk-Kızılbaş hanedanlarına mensup dedelerin makamları babadan oğla geçtiği için bu makamların, örgütlenmeye karşı olmaları, dolaylı veya zorunlu olarak bazı konularda rejimle işbirliği içinde olmaları, diktatör rejimle karşı karşıya gelmemeleri için takiyeye sığınmaları ve oluşan her hangi bir dernek veya kuruluşa karşı koymalarını sağlıyor. Ayrıca Türk-Kızılbaşların milli ve dini/inançsal çifte ayrımcılığa maruz kalmaları, milli kimlik ve dini açıdan Şiileşme ve Farslaşma asimilasyon politikasına kurban edilmeleri, Kızılbaşlığın hem İran İslam Rejimi tarafından hem de BMT ve “Avrupa İnsan Hakları” tarafından Zerdüştilik ve diğer dini azınlıklar gibi resmi olarak tanınmaması ve Kızılbaşlığın dernek ve örgüt kurmalarına İran yasalarının müsamaha göstermesi etkili nedenlerdir. Bu nedenlere 70’lı yıllara kadar Kızılbaşların çoğunlukla kırsal bölgelerde olmasından dolayı yazma okuma oranının düşük olması ve şu anki İran toplumunda rejim tarafından dinin siyasete alet edildiğinden, toplumda özellikle genç kuşakta dine karşı antipatiden dolayı Kızılbaş derneklerin kurulmasına sıcak bakılmaması, etkili olmaktadır.
Bunlar kardeşlik ve eşitlik iddiasında bulunan İran İslam Rejimi’nin Türk-Kızılbaş kesimine ilk ve son darbesi olmamıştır. Henüz Türk-Kızılbaşların devlet organlarına, yüksek okullarına düşünce ve ideolojik nedenlerden dolayı alınmamaları[5] unutulmamıştır. Din adamlarının camilerde Kızılbaşlara karşı propagandaları, İran Ordusu’nun İntizami kuvelerinin (Polislerin) sık sık cemevlerine (Kızılbaş inanç ve ritüellerinin yapıldığı) baskın yapmaları[6], orduda, okullarda ve Türk-Kızılbaşların yaşadıkları kendi bölgelerinde Kızılbaşlığın aşağılanmaları[7]ve sırf Kızılbaş oldukları için devlet organlarından işten atılmaları veya üst kademelere yükselmemeleri hangi kardeşlik ve eşitlik ilkelerine dayanır acaba? Ghoshachay (Koşaçay/Miyandoab)’ın Ochtapeh (Üçtepe) Köyü’ne ağır silahlarla saldırıp, köyü yerle bir ettikten sonra çatışmada şehit olan Türk Kızılbaşların naşını toplu mezara gömmek ve bu olayla ilgili tutuklalanları yıllarca işkence yapıldıktan sonra idam ve uzun süreli hapiste tutmak hangi dostluluk ve insanlık kitabında var acaba? Burda Ghoshachay (Koşaçay/Miyandoab) olaylarının baş kahramanlarından biri olan ve 2009 yılında Urmu (Urmiye) Hapishanesi’nde sırf Kızılbaş ve Kızılbaşlık haklarını talep ettiği için idam edilen, Mahdi GHASİMZADEH’nin (Mehdi kasımzade) anılarından satırlar okumanızı rica ediyorum:
“Dört yıl önce biz Miyandap (Miyandoab/Qoşaçay) Kızılbaşları, aşırı zülme maruz kaldığımızdan dolayı ülkenin değişik organları ve en son ülkenin dini liderine yazılar yazdık ve bu yazılarda Aleviliğin resmiyete tanınmasını ve Kızılbaşların rahatsız edilmemeleri için katı kuralların esnetilmesini talep ettik. Ancak İntizami kuvveleri (polisleri), ülkenin üst makamlarından emir alarak bizim yaşam yerimize, Üçtepe Köyü’müze ağır silahlarla saldırdılar ve 6 kişi bizden öldürdüler, birçok Kızılbaş kardeşlerimizi hatta yaşlı babamızı tutuklayıp, aylarca fiziksel ve ruhsal işkence yaptılar ve tüm mal varlığımız talan ettiler ve yerle bir ettiler. Arkadaşlarımızı serbest bırakıldılar ancak biz 5 kişi hala hapisteyiz…”[8]    
  İran İslam Rejimi’nin Aleviler aleyhine yaptıkları bunlarla sınırlı kalmamıştır. Ülkede var olan tüm organ ve teşkilatlar milli ve dini kesime saygılı olmadıkları gibi yüksek din adamları ve ayetullahlar da Kızılbaşlara ve diğer dini azınlıklara saygılı davranmayı bırakın, hakaret edip, yaptıkları açıklamalarda halkı Kızılbaşlara karşı kışkırtmaktadırlar. İran’ın dini lideri Ayetullah HAMANEİ Kızılbaşlar hakkında düşüncelerini şöyle ifade ediyor:
"Hz. Ali’nin Tanrı olduğuna inanıyorlarsa, kitapsız olan Müslüman olmayanlar gibidirler. Yani kafir ve pistirler.”[9] Ayetullah M. T. BAHJAT “Ahli haklar (Kızılbaşlar) temizdirler yoksa pislik?" sorusuna sadece ve sadece “Pislik (necis)” diye yanıt vermiş.[10] O hem de Ermeni, Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüştileri İslam dini açısından mürtet ve pislik (necis) diye söylemiş. Aynı düşünceleri Ayetullah GOLPAYIGHANI[11], Fazil LANKARANİ[12] de aynile ifade etmektedirler.     
Türk-Kızılbaş sorunlarından bahsedersek, bu sorunlar bitmez. Daha rejimin resmi gazetelerinden, Urmu (Urmiye) Cuma imamı G.R. HASANI’den ve... bahsetmedik. Türk-Kızılbaşları dışlayarak, onları Şiileştirmeye çalışarak bir yere varılmaz. Dil, din, inanç ve ibadet özgürlüğü temel bir insanlık hakkıdır. İnanç özgürlüğü olmadan demokrasi olmaz. Yeter ki, Türk-Kızılbaş sorununu çözmek için irade ortaya koyalım. Bu sorunları çözmek için; Her şeyden önce Türk Kızılbaşlık BİR İNANÇ VE İNANÇ GURUPU olarak İran İslam Cumhuriyeti tarafından resmen tanınmalı, Türkçe olan ibadet dilimiz, resmi dil olarak tanınmalı ve Türk Dili’nde okulların açılması, Cemevlerinin ibadethane olarak bilinmesi, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Ghoshachay (Koşaçay/Miyandoab) Trajedisi’nin aydınlanması ve suçluların cezalandırılması gerekmektedir.
Sözün bittiği yerde sadece ve sadece Sayın Ahmed  SHAHEED ve insan haklarına kendini adamış tüm özgür ruhlu insanlardan ve kuruluşlardan bir ricada bulunmak istiyoruz. Lütfen İran’daki TÜRK-KIZILBAŞLARINA karşı yapılan insan hakları ihlâlini de raporlarınız ve çalışmalarınızda yer veriniz.


SON



[1] GAMAC temsilcisi Maşallah Rezmi’ nin  15 mart 2011 de BMT insan hakları komisyonunda yaptığı konuşmadan alınmıştır.

[2] 1350 güneş yıllarına kadar

[3] Gerçek inanç veya düşüncesini söylemeyip gizli tutma.

[4] Dannely, Jack, Teoride ve Uygulamada İnsan Hakları, Çev.: ERDOĞAN, Mustafa & KURKUT, Levent, Ankara, 1994. 

[5] Yapılan tüm haksızlıkları ispatlamak için 1988’de dönemin başbakanı M. H. MUSEVİ tarafından İran İslam Devrimi’nin lideri Homeyni’ye yazmış olduğu genelge gerekli olacaktır ki bu genelge tüm devlet organlarına ve valiliklere gönderiliyor. Genelgede şimdiye kadar Türk-Kızılbaşlara yapılan ayrımcılık haksızlıkları yasalara göre doğru olmadığı ve Kızılbaşların üniversitelere alınmamaları esefle kınanmış. Bu Genelge Kızılbaşlar hakkında yapılan haksızlıkların daha öncelerden ve daha sonralarda devam edildiğine bir belgedir (bak. http://www.mardomsalari.com/Template1/News.aspx?NID=54015).

[6] İran Rejimi’ne mensup İntizami kuvveler (polisler) tarafından Zencan İli’nin Anguran (Angooran) Bölgesi’nde yaşamakta olan Türk-Kızılbaşlarına (Sir tâliblerine) yapılan baskı ve  Zeyve (Cemevi) ocaklarının tatil edilmesi yoksa bu ocaklarının uçurulacağı tehditleri (bak. http://www.savalansesi.com/2008/11/blog-post_3707.html) ve (http://balatarin.com/permlink/2008/11/16/1450952

[7] Tebriz il merkezinin civarında olan Ilhıçı Kentinde ise bu gibi hikâyeler az çok mevcuttur. Sivil Basij  kuvveleri (rejim yanlısı sivil güçleri) Türk-Kızılbaşların tanınmış adamlarını zorla alıp karargâhlarına götürüyorlardı ve işkence yaparak aşağılıyorlardı. Onları tehdit edip, cemevlerine gitmemeleri için ikaz ediyorlardı. (bak. http://qirxlar.blogspot.com/2006/07/blog-post_18.html)

[8] Detaylı bilgi için http://www.qurtulush.info/tur/Eleviler/aleviler1.pdf baka bilirsiniz. Ayrıca Farsça yazılmış olan Qoşaçay Türk Qızılbaşların Trajedisi (تراژدي قيزيلباشان تورك قوشاچاي) kitabını bu linkten indire bilirsiz: http://www.2shared.com/document/FbI_ue6e/5_qizilbas-_B5.html 

[9] http://www.marjaeyat.com/fa/pages/?cid=473

[10] http://bahjat.org/fa/index.php?option=com_content&task=view&id=1096&Itemid=61 

[11] Cemi el mesayil-c1, s 44 (گلپایگانی، محمدرضا، مجمع المسائل، قم، دارالقرآن، بی تا، ج1، ص44 ( اندیشه قم

[12].Cemi el mesayil-c1, s40, soru 88 (لنکرانی، فاضل، جامع المسائل، ج 1، ص 40، سؤال 88)

0 Comments:

Post a Comment

<< Home